Troçki kimdir?
Leon Davidoviç ya da namıdiğer “Troçki” 1879 Ukrayna doğumlu Rus devrimci, yazar ve tarihçidir. Troçki adı ise 1902 yılındaki sürgün yeri olan Sibirya’dan karısı Aleksandra’nın da telkinleriyle kaçarken hazırlattığı sahte kimliğindeki adıdır. Kaderin cilvesi artık tüm dünya onu bu “sahte kimlik”teki ismiyle tanıdı. Hayatı sürgünlerle geçen Troçki Londra’ya sığındıktan 3 yıl sonra Rusya’ya gizlice girip Çarlık Rusya’ya karşı faaliyetlerini Lenin’le yürüttü. Birkaç yıllık Amerika ve Fransa maceralarından sonra 1918 yılında Rusya’nın Harbiye ve Bahriye Komiseri oldu ve Kızıl Ordu’yu kurdu. Artık bu saatten sonra Lenin’in halefi olarak görülüyordu. 1924’te Lenin’in ölümünden sonra ise işler pek de beklenildiği gibi gitmedi. Stalin’le fikir ayrılığına kapılan Troçki mücadelede ona yenik düştü ve tekrar sürgün hayatı başlayacaktı. Fikir ayrılıklarından bahsedeceksek şöyle özetleyebiliriz; Stalin komünizmin evvela Rusya içinde işler tam rayına oturasıya kadar düşük dozda uygulandıktan sonra dünyaya yayılabileceğini savunurken Troçki ise bunun tam aksine Marksist yönde her türlü tavizi vermeye karşıydı ve dünyada durumun (özellikle Almanya’da) çok müsait olduğuna inanıyordu. Stalin’i Lenin’in yolundan sapmakla suçluyordu. Bu fikir ayrılıklarından sonra Stalin partiyi tamamen ele geçirince Troçki’yi 1927’de Orta Asya’ya, Alma Ata’ya sürgüne yolladı. Fakat burada Troçkistlerin birleşip kendisine darbe yapacağından endişe duyan Stalin, onu uzaklara sürmeye kararlıydı.
Sürgün Kararı
Alma Ata’da 18 Ocak 1929’da Moskova GPU(Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nin gizli servisi) memuru Volinski Troçki’ye sürgün edildiği tutanağı şu şekildeydi.
“Yurttaş Troçki, Lev Davidoviç’in davası, ceza kanununun 58/10 maddesine göre, bu son zamanlarda antisovyetik gösterilere kalkışan ve sovyet iktidarına karşı silahlı bir mücadele hazırlayan antisovyetik gizli bir partiye katılmak suretiyle karşı-devrimci eylemde bulunmakla suçlanmıştır: Karar: Yurttaş Troçki, Lev Davidoviç, U.R.S.S.(Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) sınırları dışına çıkarılacaktır.”
Troçki bu kararı “Aslı caniyane, şekli kanuna aykırı olan bu GPU kararı 20 Ocak 1929’da bana bildirilmiştir.”[1] yazarak imzalamaktan başka bir şey yapamadı. Sürgün yerini bile öğrenmekten aciz olan Troçki için valizleri hazırlama vaktiydi.
Avrupa’da Bir Numaralı İstenmeyen Adam
Belki bu tabiri en son Napolyon için yapmışlardı. Fakat şimdi o “İstenmeyen Adam” Troçki idi. Öyle ki Stalin sürgüne yollamak istediğinde bu “baş ihtilalci”ye vize verecek tek bir ülke dahi çıkmamıştı! Rus Çarlığı’nın başına gelenlerden çok yakınen haberdar olan dünya için bu çok da şaşılası bir durum olmasa gerek.
Neden Türkiye?
Rusya ve Türkiye. Coğrafi olarak yakın, sosyolojik olarak Avrupa-Asya kültürü arasında sürekli gidip gelen ve taze devrimci iki devlet. Rusya’nın ve Türkiye’nin Avrupa’daki konumları bugün bile tartışma konusu. Avrupa tanımlaması, başlı başına bir problem olup bu tanımlamaya 500 yılı aşkın uzun süre boyunca bu iki devletin dahil edilip edilmeyeceği konusu gündemde kalmıştır.[2] Her iki devlet de yıkılmaya yüz tutmuş Osmanlı ve Rus imparatorluklarından meydana gelmiş devrimci yapıdan meydana gelmiştir. Peki Troçki’nin gönderilmesindeki tek gerekçe bu mu? Tabii ki de değil. Burada sadece iki ülkenin benzerliklerinden bahsetmeyi gerekli gördüm. O bahsettiğim kadim imparatorlukları yıkılışa götüren sebeplerden bazıları da birbirleriyle yaptıkları uzunca bitmek bilmeyen savaşları da vardı elbet. Fakat şu an o eski havadan çıkılmış yerini dostane ilişkilere bırakmıştı. Bu dostane ilişkileri de Milli Mücadele Dönemi ve sonrası olarak ikiye ayırmakta fayda var. Sivas Kongresi’nin hemen akabinde 13 Eylül 1919’da Rus Dış İşleri Komiseri Çiçerin yaptığı bir konuşmada “Türk halkının sömürücüler idaresinden kurtulması gerektiği” yolunda bir demeç vermişti. Milli Mücadele Dönemi emperyalistlere karşı yapılan bir direniş olduğundan Sovyet Rusya haberdardı. Sovyetlerin Milli Mücadele Dönemi’nde Türkiye’ye yapmış olduğu yardımlar 10 milyon altın ruble, binlerce mühimmatı bulmuştu.[3] Bazı araştırmacılar Sovyetlerin Türkiye’deki devrimi komünist bir devrim zannettiği için yaptığını belirtseler de Lenin’in sadece şu demeçleri bunu çürütmeye yetecektir. “Mustafa Kemal Paşa, tabii ki sosyalist değildir, ama görülüyor ki, iyi bir örgütçü, yetenekli bir komutan, burjuva-ulusal devrimini yürütüyor, ilerici bir insan, akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist devrimimizin önemini anlamış olup, Sovyet Rusya’ya karşı olumlu davranıyor, o, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum. Halkın ona inandığını söylüyorlar. Ona yardım etmek, yani Türk halkına yardım etmek gerekiyor. İşte, sizin işiniz budur. Türk hükümetine, Türk halkına saygı gösteriniz. Büyüklük taslamayınız. Onların işlerine karışmayınız.”[4]
Türk-Sovyet ilişkilerine geri dönecek olursak Lozan Antlaşması’nda karara varılamayan Musul meselesinde Milletler Cemiyeti İngiltere lehine bir tavır takınması, I. Dünya Savaşı sonrası Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkileri normalleştirmeyi hedef alan ve Batı Avrupa’daki sınırı teyit edip Doğu Avrupa sınırlarını gözden geçirilmesi hedeflenildiği 1 Aralık 1925’te İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Belçika, Polonya ve Çekoslovakya arasında imzalanan Locarno Antlaşmaları’nın Sovyet Rusya’yı yeni Avrupa düzeninde adeta yok sayması gibi olayların gelişmesi sonucunda Musul meselesinde sorun yaşayan Türkiye ve bahsettiğimiz yeni Avrupa düzeninde yer edinemeyen Sovyet Rusya iyice yakınlaşmıştı. Bu yakınlaşmanın meyvesi olarak birbirlerinin aleyhinde hiçbir faaliyet, saldırı yapmamayı kabul ettikleri 17 Aralık 1925 tarihli Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması, Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Bey (Aras) ve Sovyet Dış İşleri Komiseri Çiçerin arasında imzalandı. Bu olumlu diplomatik hava ticari antlaşmalarla da devamını sürdürdü.[5]
İşte böyle bir yakınlığın içinde ve Milli Mücadele Dönemi’ndeki yardımların bir nevi karşılığı sayılabilecek bu durumda Türkiye, Troçki’nin bir sonraki sürgün durağı olmayı kabul edecektir.[6]Ama bunun kabul ettirilmesi o kadar da kolay değildi.
Troçki Ankara’ya Büyükelçi Olabilirdi
Troçki’nin Türkiye’ye gelişinden önce bir ihtimalden bahsetmek istiyorum. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivi’ndeki bir belgede Berlin’den gelen bir istihbarata göre 1924 yılında Troçki, Sovyet Rusya’nın Ankara Büyükelçisi olacağının düşünüldüğü belirtse de bu düşünce sadece düşünce olarak kaldı ve Troçki’nin yolu Türkiye’ye pek de ummak istemediği bir durum neticesinde düşecekti.[7]
“Ne olur, kabul ediniz!”
Evet, yanlış okumadınız! Bu sözler Sovyet Büyükelçisi Suriç’e ait. 1929 senesinin ilk günlerinde Sovyet Büyükelçisi Suriç sık sık Dış İşleri Bakanlığı’na giderek Tevfik Rüştü Aras’la Troçki’nin Türkiye’ye gönderilmesini görüşüyordu. Stalin’in bu önemli ricasını büyükelçinin “Ne olur, kabul ediniz!” cümlesinin yalvarırcasına olması Sovyetlerin ne durumda olduğunu ve Troçki’nin hapiste olsa bile nasıl bir etkiye sahip olduğunu açıkça belirtmektedir.[8]Görüşmeler öyle gizli gerçekleştiriliyordu ki basın bile ancak Troçki İstanbul’a geldikten birkaç gün sonra haber yapabilmişti.
Türkiye’nin Troçki’yi kabul ederken elbette bazı şartları vardı:
- Troçki, Türkiye sınırları içerisinde tam bir siyasi mülteci muamelesi görecektir. Bunun dışında Sovyet hükümetinin herhangi bir özel muamele isteği mevzubahis olamaz.
- Troçki Türkiye’de bulunduğu süre içinde, başka bir memleketten vize temin ettiği takdirde, derhal o memlekete gitmekte serbest olacaktır.
- Troçki, Türkiye sınırları içinde faaliyet gösteremeyecek, neşriyat yapamayacaktır. Fakat Türkiye’de istediğini yazabilir, bu yazılarını Türkiye dışına yollayabilir ve oralarda, isterse, bunları bastırabilir. Onun bu hürriyetini Türkiye Cumhuriyeti katiyen engelleyemez.
- Troçki’yi Türkiye’de öldürmek için Sovyet idarecileri tarafından herhangi bir teşebbüs yapılmayacağına dair kati teminat verilecektir. Ayrıca Türkiye zabıtasının da gerekli emniyet tedbirlerini alacağı ve toprakları üzerinde yaşayan bir siyasi mülteciye böyle bir müdaheleyi şiddetle boğacağı da peşinen bilinmelidir.[9]
Bu sırada Troçki ise nereye götürüleceği hakkında hiçbir malumata sahip değildi. Gençlik yıllarından beri bu zor psikoloji hayatına tekrar girmişti. İstanbul’a gönderildiği haberini Aktiyubinsk (günümüzde Kazakistan’ın Aktöbe şehri) yakınlarında aldı.
GPU memuru Troçki’ye Moskova’nın bütün ısrarlarına rağmen Alman hükûmeti onu Almanya’ya kabul etmediğini ve İstanbul’a götürmek için kesin emir aldığını söyledi. Troçki bu emrivaki karara tepki koysa da yapabilecek hiçbir şeyi yoktu.[10]
Stalin ise gerçekten Troçki’nin Almanya’ya gönderilmesi için çok uğraşmıştı. Ama yukarıda da bahsettiğimiz gibi bu denli tehlikeli bir adama vize verecek ülke aklını kaçırmış olmalıydı.
Türkiye’deki Durum
Türkiye’de ise o zamanlarda Nazım Hikmet gibi sıkı Troçkistler mevcuttu elbet. Nazım’ın Rusya’yı terk ederken bile Troçki’yi “Senin bir mayıslarını gördük/Uğultularını duyduk/Kocaman bir çan gibi haykıran Troçki’yi” dizeleriyle anmıştı. Fakat kısaca özetlemek gerekirse Stalin’in partiyi ele geçirmesi Türkiye’deki komünist grupları da tesiri altına almış olması gerecek ki o tarihlerde tek Troçkist Vâlâ Nureddin kalmıştı. O da komünizmin Troçki ayrıldıktan sonra çökeceği fikrindeydi.[11]
Troçki Türkiye’de!
Troçki, 22 günlük vapur yolculuğunun ardından 12 Şubat 1929’da İstanbul Boğazı’ndan girerken Büyükdere’de bir Türk polisi gemiye çıkıp yolcuları kontrol ederken Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’ya(Henüz soyadı kanunu bu tarihlerde çıkmadığı “Atatürk” ibaresine yer vermedim.) ulaştırılmak üzere şu mektubu teslim etti. “İstanbul’un kapısında, size şunu bildirmekten şeref duyarım ki, Türkiye sınırlarına kendi isteğimle gelmiş değilim ve bu sınırdan içeriye zorla sokulmaktayım. En iyi duygularımı kabul buyurunuz Bay Başkan. L. Troçki, 12 Şubat 1929”[12] “Hayatım” eserinde “Mektubum cevapsız kaldı.” derken İlerleyen zamanlarda bahsedeceğimiz Milliyet gazetesine verdiği demeçte ise “Vali beyden hemen yanıt geldi.” diyecektir. Buradaki karışıklığı Mustafa Kemal cevabını Vali beyle ilettiğini belirterek devam edelim. O sırada cevap gelmemiş olsa bile zaten Türk-Sovyet hükûmetleri arasında her türlü anlaşma gerçeklemişti. Troçki sanırım son kez şansını denemek istemiştir. Cevapsız kalsa bile Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras bu mektuptan Troçki’nin canından endişe duyduğu yorumunu çıkartabilmişti. Gerçekten de öyleydi. Troçki bütün bunları Stalin’in kendisine yapacağı suikast için uygun bir zemin hazırlığı olarak Türk hükûmetiyle anlaştıklarını düşünüyordu. Halbuki Tevfik Rüştü Aras 4 Şubat’ta dönemin İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ’a “Sabık Harbiye Komiseri Troçki, Lev Sedov namı müstearı ile yanında karısı Natali ve çocuğu Lev ile diğer iki kişi olduğu halde İstanbul’a gelmek üzere Moskova elçiliğimizden 23.1.1929 tarihinde vize almıştır. Kendisinin bir suikasta vukuunu mâni tedbirler alınmalıdır.”[13]
Gerçekten de İstanbul’da çok sıkı tedbirler alınmıştı. Bütün gazete müdürlerine Troçki’nin kaldığı yer ile ilgili bilgi ve fotoğraf yasağını duyurmuşlardı. İstanbul Polis Müdür Şerif Bey de Beyaz Ruslar üzerine sıkı önlemler almıştı. O zamanlarda şehirdeki asayişi temin edecek polis kıtlığından şikayetler gelmesine rağmen Türkiye bu siyasi mülteciyi korumaya kararlıydı. Bunun için de polis kadrosuna takviye teşebbüsleri yapıldı.
Konsolosluk Günleri
Troçki’nin nerede kalacağı da büyük bir sorundu. 12 Şubat akşamı İstiklal Caddesi’ndeki Rus Konsolosluğu’na yerleşen Troçki’nin cebinde sadece 1.500 Amerikan Doları vardı. Bu parayı da Stalin GPU memurlarıyla kendisine iletmişti.[14] Troçki konsolosluktan çıkmamakta kararlıydı. Oğlu Lev, sabahları yabancı gazeteleri alıp babasına götürüyordu. Troçki’nin İstanbul’a gönderilmesi hakkında türlü türlü asparagas haberleri çıkmıştı. Kimi gazete Troçki’nin hasta olduğunu ve İstanbul’da tedavi olacağını, kimi gazete Troçki’nin İstanbul’dan Ankara’ya gideceğini, kimi gazete ise Stalin ve Mustafa Kemal’in Troçki’yi öldürmek için beraber işbirliği yaptığını yazıyordu. En ilginci ise bir Fransız gazetesi olan Journal des Debats’ta çıkan şu haberdi. “Mustafa Kemal’in eski Sovyet harbiye komiseri Troçki’ye karşı duymakta olduğu büyük hayranlık, bu ihtilalcinin Türkiye’de barınmasını mümkün kılmıştır. Troçki yedi yıldan beri Türkiye Cumhuriyeti’nin fahri vatandaşı olduğu da şimdi öğrenilmektedir. O tarihlerde Rusya’ya resmi bir ziyaret yapan Türk askeri misyonu tarafından bu fahri vatandaşlık unvanı kendisine verilmiştir.” Ömer Sami Coşar haberi Tevfik Rüştü Aras’a ilettiğinde Dış İşleri Bakanı’nın cevabı durumu aydınlatmaktadır. “Aslı yoktur, İstiklal Harbi’nde Türk ordusuna silah sevki işinde Troçki’nin Türkiye’ye yardımcı olduğu muhakkaktır. Kendisinin Türkiye’ye kabulünde ve korunmasında bu husus göz önünde bulundurulmuştur.”[15] Troçki’de yurt dışındaki destekleyicilerini rahatlatmak istemiş olmalıdır ki Paris’teki Journal gazetesine şu açıklamayı yapmıştır. “Bu satırları İstanbul’da yazıyorum. Bazı gazetelerin iddialarının aksine, bu yerleşme yerini ben seçmiş değilim. Almanya ile Fransa’daki yakın dostlarım, Türkiye’ye zorla getirildiğimden şüphe etmekte tamamıyla haklıdırlar. Şiddetli protestolarıma rağmen Rusya’dan sürgün edilirken, elbet ki lisanını, sosyal hayatını ve kültürünü bildiğim bir memlekete gitmeyi tercih ederdim. Fakat sürgün edilenlerin menfaatleri, onları sürgüne yollayanların menfaatlerine o kadar az uyar ki.”[16] İşte bu açıklamalar Troçki’nin (yukarıda da bahsettiğim gibi) neden Türkiye’ye geldiğini açıklamaktaydı.
Oğlu Lev bu yazıları Rus Konsolosluğu’nun hemen karşısındaki pastaneden tek tek telgrafla yollamaktaydı. Ayrıca sadece bu yazıları değil Stalin karşıtı yazıları ve makalelerini de oğlu Lev, tek tek telgraflamaktaydı. Bazen bu sabahtan akşama kadar sürebiliyordu. O pastanede günümüzde zincir pastane firmasının şubesi ve tarihi Markiz Pastanesi yer almaktadır. Bizzat İstiklal Caddesi’nde incelediğim zaman bu pastanenin Markiz Pastanesi olduğu kanaatindeyim.
Troçki’nin Türkiye ve Mustafa Kemal Hakkındaki Görüşleri
Troçki’nin pastaneden telgrafla yurtdışına yolladığı yazıları konsolosluktaki hayatının da sonunu getirdi. Sefarethaneden resmen kovulduktan sonra Tokatlıyan Han’da bir oda kiraladı ve bir süre burada yaşadı.[17]Burada yaşadığı sırada Milliyet gazetesinin yazı müdürü Ahmet Şükrü Esmer kendisine dış basında çıkan haberleri sormuş ve Troçki şu cevabı vermiştir. “Yanlış anlaşılmış. Türk hükûmetinin serbestimi tahdit ettiğini ben hiçbir zaman söylemedim. Fransız gazetelerine makaleler yazdım. Altı bin kelime tutan bu makalelerimi Rusça yazmıştım. Gerek telgraflar gönderilirken, gerek tercümede birçok hatalar yapıldığını gördüm. Bilakis Türk hükûmeti bana büyük misafirperverlik göstermiştir. Ve bunun için de müteşekkirim. Ben buraya gelirken nasıl bir kabul göreceğimi pek bilmiyordum. Reisicumhur hazretlerine bir mektup yazdım. Derhal vali beyden bir cevap aldım. Türk hükûmeti hiçbir surette harekatımı tahdit etmemiştir. Evvela konsoloshanede kalmak istememin sebebi, Almanya’ya gitmek için müracaatta bulunmuştum. Buna cevap çabuk gelecek diye otele çıkmak istememiştim. Fakat uzayınca daha fazla kalamadım. Türkiye’den niçin gitmek istediğimin sebebini sorabilirsiniz. Lisan bilmediğim içindir. Artık yaşlandığımdan yeni bir lisan öğrenemem. Yoksa çok sevdiğim ve misafirperverliğine şahit olduğum memleketinizde ikamet etmemek için bir sebep yoktur.” Basındaki haberlere bu cevabı veren Troçki Türkiye’ye olan görüşlerine devam ederek: “Bu kitaplar benim külliyatımdan iki cilttir. Bakınız, Türkiye hakkında yazdığım bazı yazılar buradadır. Bir tanesini 1909 senesinde yazmıştım. Bu yazımda ve bundan sonra yazdığım yazılarda Türkleri o kadar methettim ki, bana Türkofil ismini verdiler. Bilirsiniz o zaman Rusya’da çok Türk aleyhtarı vardı. Bu Türk dostluğunu sonra Türkiye’ye Milli Mücadele senelerinde de gösterdim. Dostum General Frunze’yi, Rus ordusu mümessili olarak Ankara’ya yolladım. Türkiye’nin istiklal mücadelesini çok büyük bir ilgiyle takip ettiim ve bu mesut neticeden çok memnun oldum.”
Mustafa Kemal hakkında ise şunları söylemiştir.
“İstiklalinizi, bu uğurdaki mücadeleyi büyük reisinizin idaresine medyunsunuz. Gazi’nin büyüklüğü artık dünyaca teslim edilmiş bir hakikattir. Bir hakikat ki, burada tekrar etmekten ben de zevk duyarım.”[18]
İstanbul Gezisi
Troçki, Tokatlıyan Han’da kaldığı müddetçe artık biraz daha rahatlamış gözüküyordu. 20 Mart sabahı otomobille Sultanahmet Meydanı’nı gezmiştir. Otele geri dönüş yolunda ise polislerin tüm ikazlarına rağmen yürümeyi tercih etmiştir. Ertesi gün ise Boğaz’da vapur gezisi yaptı ve ardından otomobille Arnavutköy’e giderek oradan da Kuruçeşme’ye kadar yürümüştü. Mart ayının son gününde ise otomobille Karaköy’e inmiş oradan da Eyüpsultan’a giderek türbeyi ziyaret etmiştir. Bunun haricinde Büyükada’dayken sadece Ayasofya’yı ziyaret etmiş ve bir kere de Parmakkapı’da Diş Hekimi Apostolides’e giderek dişlerini tedavi ettirmiştir.
Troçki’nin bu özgür davranışları Polis Müdürü Şerif Bey’i endişelendirmiş olsa ki kendisinin daha güvenli bir yere taşınmasını ısrar ediyordu. Bu ısrarların sonucu Bomonti taraflarında yeni bir köşke taşınsa da evin pencerelerinin korunmasızlığından 29 gün sonra buradan da ayrılacaktı.
Troçki Büyükada’da
Bizans İmparatorluğu’nda Büyükada(o zamanlardaki adıyla Prinkipo) ve Adalar sürgün yeriydi. 1071’de Alparslan’a mağlup olan Romanos Diogenes’in gözlerine Kınalıada’da(Proti Adası) mil çekildi.[19] Asi General Vardan da buradaki sürgünün tadına varmıştı. Asırlar sonra ise Troçki geliyordu. Halbuki I. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD Başkanı Wilson, Sovyetlerle bir konferans yapmayı teklif etmiş ve görüşme yeri olarak da Büyükada seçilmişti. Eğer bu konferans gerçekleşebilmiş olsaydı Troçki Harbiye ve Hariciye Komiseri sıfatıyla Büyükada’ya ayak basacaktı. Kaderin cilvesi.
Mayıs 1929 itibariyle Nizam Caddesi’nin ara sokağı olan Hamlacı Sokak’taki 3571m²’lik alanda yer alan 4 numaralı kâgir yapıdaki bahçeli Sivastopol Köşkü, Troçki’nin yeni eviydi. 1884 yılında İngiliz şato mimarisi tarzındaki bu köşk Ermeni bir tüccar tarafından mimar Konstandinos Dimadis’a yaptırıldı.
Yeni kiracılar içeri girdiğinde her pislik içindeydi. Evin erkekleri ve Natalya kolları sıvayıp işe koyuldular. Troçki’nin evle ilgili bir başka sıkıntısı pencereler olmuştur. Yaşlı marangozu Barba Françesko’ya bazı pencerelerin tuğla ile kapatılmasını söylemişti. Troçki’nin istediği masa ve kitaplıklar süratle tamamlanmıştı. Bekleyecek bir dakikası dahi olmayan Troçki, hemen yazılarına koyulacaktı.
Troçki’nin eşi Natalya Büyükada’daki evleri hakkında şunlar söylemektedir: “Marmara Denizi’nin dalgaları yeni evimizin birkaç adım ötesinde sahile vuruyordu… Ferah, asude, güzel bir yerdi; masmavi bir denizle, altın gibi parlayan bir güneşle baş başaydık.” Troçki’nin bir hizmetlisi olan Sara Weber ise evi şöyle tarif etmektedir: “Evle denizin arasında dikenli ve bodur bitkilerden oluşan bir çalılık vardı. Troçki ve Natalya’nın yatak odası ve Troçki’nin çalışma odası üst kattaydı. Genç yoldaşlar alt kattaki odalarda kalırdı; bu genç muhafızlar sekreterlik görevi dışında gece gündüz sırayla nöbet tutardı.” Troçki’nin İngilizce tercümanı Max Eastman ise şunları söylemiştir: “Troçki lüks içinde keyif çatmıyor; villasında doğru dürüst mobilya bile yok. Adeta bir barakada yaşıyor ve son derece basit yemekler yiyor. Troçki’nin evinde güzellik ve rahatlığa yer olmaması bence küçük düşürücü bir durum. Birkaç dolara güzel bir ev haline getirilebilecek bu tamtakır barakada yaşamak için insanın estetik duygusunun ölmesi gerekir.”[20] Burada rahatına düşkün olan Amerikalı Eastman herhalde Troçki gibi büyük bir adamın bu şekilde yaşamasını kabullenemeyerek biraz abartılı bir kullandığını düşünmekteyim. Kaldı ki Troçki’nin “birkaç dolara evi güzelleştirmek” gibi bir planı yoktu. Çünkü o ev mücadelelerinin geçici bir karargâhıydı, buranın temiz ve çıplak sadeliği uygundu.
Yine Troçki’yi ziyaret edenlerin arasında Alman tarihçi Prof. Dr. Emil Ludwig kendisini zyaret ettiğinde ev hakkında şunları söylemektedir. “Bütün duvarları çıplaktı bu odanın. Perde diye bir şey yoktu. Üç pencereli ve Marmara sahillerine bakan odanın tam orta yerinde bir çalışma masası… ve üç adet oynayan, gıcırdayan iskemle. Tek bir süs eşyası da duvarda asılı duran Asya haritası idi.”[21]Fakat Troçki, Emil Ludwig’i çok etkilemişti. Alman tarihçi onu şöyle tanımlıyordu: “Sürgünler, firarlar, hapisler… Dışarıda geçirilen otuz yıl… Firar, saklanma… Firar, hapis… Sürgün, firar…” Böyle bir hayata rağmen Troçki’yi dipdiri, yıkılmamış, yılmamış 50 yaşında bir insan olarak görüyordu.
Evin birinci katı Troçki’nin çalışma odası olup duvarlar Avrupa ve Amerika’dan gelen kitaplarla, dergilerle dolmuştur. Zemin katı sekreterlik idi. Evin ortasında büyük bir hol vardı ve holün kapıları denize bakan bir verandaya açılıyordu. Yine de köşke yerleştiği dakikadan itibaren bu soyutlanmış durumdan sıkılmaya ve GPU ile Beyaz Rusların her an kolaylıkla gelebilecekleri bir yerde bulunmaktan kuşkulanıyordu. Bahçe kapısının önünde her zaman Türk polisi beklemekteydi fakat onlara güveni tam olarak yoktu. Vize almak için Haziran ayında İngiltere Konsolosluğu ile görüşse de olumlu bir yanıt alamadı. Halbuki Büyükada onun için çok güvenliydi. Adaya giriş çıkışları her an denetleyen İstanbul Polisi özellikle kış aylarında donan Marmara Denizi’nden çok faydalanıyordu.
Bir akşam köşkte şöyle komik bir olay gerçekleşmiştir. Henüz evin tadilatı sırasında Barba Françesko elindeki sülyenin artacağını anlayınca Bolşevik müşterisine “kızıl” bir sürpriz yapmak istiyor. Helanın yuvarlak tahtasını kırmızıya boyayan yaşlı Rum gece olunca evine dönüyor. O zamanlarda sülyen henüz çabuk kuruyan bir madde değil. Sabahın erken saatlerine tuvalete giren Troçki oturduğu yerde bir gariplik olduğunu farkeder farketmez irkilmiş ve elini kalçasına götürdüğü zaman “Kan! Kan!” diye bağırmıştır. Tüm köşk ahalisinin koşuşturmasından sonra o kırmızı sıvının kan değil sülyen olduğu öğrenilince Rum marangoz epeyce azarlanmıştır.[22]
Günlük Yaşantısı
Genellikle sabahları saat 4 sularında zamanla ailesinin bir parçası haline gelmiş iki Türk balıkçısıyla birlikte uzun balık avlarına çıkıyordu. Hatta bazen o kadar uzun sürüyordu ki bu avlar polisler ve ailesi telaşa kapılıyordu. Troçki’nin bu kafa dağıtmasından rahatına düşkün Amerikalı tercümanımız Eastman yine eleştirecek bir kısmını bulmuş olmalı ki “Böyle mi balığa çıkılır, bir türlü anlayamıyorum: sanki Kazan’da Beyaz Orduları yenmek için yoğun, hızlı, sistemli, örgütlü bir taarruza girişiyor…”[23] diyordu. Troçki’nin Fransız yoldaşlarından Jean Van Heijenoort’un dediğine göre balık avından sonra sabah saat sekiz gibi çay ve keçi peynirinden oluşan basit bir kahvaltı yapılırdı. Başkomiserin yardımıyla Kalyopi isimli bir aşçı tutulmuştu. Eşi Natalya ve Kalyopi sabahları beraber çarşıya çıkıyor etini, meyvesini, zerzevatını alıp köşke dönüyordu. Akşamları ise Troçki bahçeden kimi zaman tek başına kimi zaman onu ziyarete gelen dostlarıyla Maltepe-Kartal sahilinin ışıklarını seyrederdi.
Büyükadayla ilgili en sevdiği tarafı ise tenhalığıydı. Ne otomobil ne de korna sesleri duyuluyordu. Ayrıca kendini korumakla görevlendirilmiş polislerle yaptığı toplantıyla bazı yasaklar koymuştu. Zerzevatçı, seyyar satıcı köşkün bahçesine dalamayacaktı. Yalnızca posta memuruna müsaade vardı ki açıkçası Büyükada’da yaşamak Troçki için bazen can sıkıcı olabiliyordu, çünkü tek müsaadesi olan posta memurunun getirdiği Avrupa’dan gönderilmiş mektuplar ve gazeteler çok gecikip bazen on beş günlük gecikmeyle eline geliyordu.
Sık sık dostları, sevenleri Troçki’yi ziyarete geliyordu. Raymond Molinier, Lin Çe, Prof. Dr. Emil Ludwig, Albert Treint(Fransız Komünist Partisi Şefi), Albert Glotzer gibi birçok tanınan isim Büyükada’da Troçki ile görüşmüşlerdir. Hatta Raymond Molinier’in karısı ile Troçki’nin oğlu Lev Sedov’un birliktelikleri Molinier’in kendisi haricinde köşkteki herkes tarafından bilinen bir dedikoduya dönüşmüştü.[24]
Yazar Troçki
Troçki’nin Büyükada’da genel olarak hayatı bu şekildeyken asıl işi ise yazmasıydı. Adeta karınca gibi çalışmaktaydı. Zaten Türkiye’ye sürgün edilmeden önce 13 eser yayımlayan Troçki, Büyükada’da bunlara yenilerini de ekledi. Aşağıya listeyi önsözlerindeki tarih ve yerlerle ekliyorum.
-Lenin’den Sonra Komünist Enternasyonal, (Paris’te basıldı) 15/04/1929, İstanbul
-Tahrif Edilen İhtilal, (Paris’te basıldı) 01/05/1929, İstanbul
-Sovyetler Birliği’nin Müdafaası ve Muhalefet, (Paris’te basıldı) 07/09/1929, İstanbul
-Hayatım, 14/09/1929, Büyükada
-Komünist Enternasyonal’in Üçüncü Hatalar Devri, (Paris’te basıldı) 08/01/1929, İstanbul
-Daimi İhtilal, (Paris’te basıldı) yeni bir baskıdır, 29/03/1930
-Rus İhtilalinin Tarihi, (Paris’te basıldı, 5 cilttir) 14/11/1930, Büyükada
Son olarak İstanbul’a geldikten kısa bir süre sonra Paris’te Bulletin Oppozitsii isimli dergide makaleleri 1929-1933 yılları arasında İstanbul’dan gönderilmek suretiyle neşredilmiştir.
İstanbul’dan ayrıldıktan sonra da 3 büyük eser yayınlamıştır.Hatırlarsanız Troçki’nin İstanbul’a ayak basarken yanında sadece 1.500$ olduğundan söz etmiştik. Büyükada’da yazdığı yazılarla maddi durumu beklemediği kadar iyiye gitti. Adada yaşam maliyeti zaten ucuzdu. Gelen misafirlerle Troçki’nin yıllık masrafı 12 ila 15 bin dolara çıkmıştı. Geniş uluslararası okuyucu kitlesi sayesinde yazılarından yüksek telif ücretleri alıyordu. Mesela Rus İhtilali Tarihi serisi için Amerikan Saturday Evening Post dergisi kendisine 45.000$ gibi bir meblağ ödemişti.[25]
Rusya’dan kızı Zina kendisini ziyerete gelecekti. Bu habere Troçki sevinmişti fakat kızı geldikten sonra bir gece yarısı köşkünde büyük bir yangın çıktı. Troçki arşivini ve birinci cildini henüz tamamlamış olduğu Rus Devrimi Tarihi müsveddelerini alevlerin içinden kurtarmıştı. Arşivi yok etmek GPU’nun işi miydi? Diye düşünürken Troçki ve ailesi Kadıköy’e taşındılar. Fakat burada yaşarken birkaç ay sonra tekrar yangın çıkmış ve arşivi neyse ki tekrardan kurtarılmıştı. Herkes GPU ajanlarının işi olduğundan emin olsa da yangının kaynağı öğrenildi. Zina’nın küçük çocuğu tavanarasındaki tahtaların arasında kibritle oynarken talaşların alev almasıyla yangın çıkmıştı. Bu haber ailenin içine onca yangından sonra su serpmişti.
Troçki yine “Hayatım” eserini yazarken bir hayli kafasını meşgul etmiş olması gerekecek ki 1914’ten önce dost olduğu Klyaçhos isimli eski bir Rus ihtilalci ailesine şöyle bir mektup yazmıştır: “Hala bu biyografinin içine gömülmüş bulunuyorum, ve işin içinden nasıl çıkacağımı bir türlü bilemiyorum. Kitabı çoktan bitirmiş olacaktım, ama şu musibet bilgiçlik taslama huyum yok mu, o yüzden bir türlü bitiremiyorum. Bir sürü yerlere başvuruyorum, tarihleri kontrol ediyorum… Şu kitabı ateşe atıp yakayım da daha ciddi bir işle uğraşayım diye düşündüm kaç kere. Ama ne yazık ki yaz mevsimindeyiz, hiçbir yerde ateş olmadığı gibi, burada şömine filan da yok.”[26] Beyninin içini yiyip kemirse de otobiyografisini tamamlamayı başaran Troçki’nin “Hayatım” eseri çok önemli bir eser olarak raflarda yerini alacaktı.
Danimarka’da Konferans
Seneler 1932’yi gösterdiği sırada Troçki kısa bir Danimarka yolculuğuna çıkmıştı. 24 Kasım’da ayak bastığı Kopenhag’dan Ekim Devrimi ile ilgili Almanca konferans verdikten sonra 2 Aralık’ta Büyükada’ya dönmek üzere yola çıkmış ve 12 Aralık gecesi İstanbul Limanı’na varmıştı.
Uzun zamandır ilk kez seyahate çıkmış olan Troçki şunları söylemektedir: “Türkiye’ye geldiğimden beri, yani dört senedir ilk defa seyahat ediyorum. Bu seyehat vize muamelatı yüzünden bir aralık imkansız hale gelmişti. Fakat Türk hükümetinin âlicenabane müdahalesiyle bu imkansızlık izale edilmiştir. Bilhassa şunu kaydetmek isterim: Avrupa’da, bizim Türkiye’de esir muamelesi gördüğümüze dair rivayetler var. Her gittiğim yerde bu rivayetlerin asılsız olduğunu söyledim.” Sözlerini dedikten sonra Büyükada’ya döndüğü için de memnundu. “Kalem elde Büyükada’da çalışmak… Çok tatlı bir şey! Özellikle adanın tenha olduğu ve bahçede kuşların öttüğü sonbahar ve kış aylarında çalışmak iyi bir şey.”[27]
Ayrılık
Almanya’da Hitler’in iktidarı ele geçirmesinin ilk günleriydi. 1933 yılının ilk haftasında köşkte bir gariplik vardı. İstanbul valisi, İçişleri Bakanlığı’na 15 günlük bir raporla Troçki’nin günlerce balığa bile çıkamayacak kadar ciddi rahatsızlık geçirmişti. Bu rahatsızlığının sebebi ise kızı Zina’nın intiharıydı. Gaz ocağını açarak Berlin’de intihar etmişti. İlk eşi olan Aleksandra da kızının intiharında suçluyu doğrudan doğruya Troçki belliyordu. Zina kendisine Türkiye vizesi verilmesine rağmen geri dönmemiş, sebep olarak da babasının kendisine soğuk davranmış olmasıydı.
Bu kötü haber Troçki’nin psikolojisini yerle yeksan etmişti. Üstelik o sıralarda Moskova’dan devamlı heyetler İstanbul’a görüşmeye gelmesiyle kendisinin teslimi konuşulduğunu zannederek iyice evhamlanarak soluğu Paris’teki taraftarlarıyla irtibatta aldı.
Nihayet Temmuz 1933’te Troçki’nin yıllarca alamadığı müjdesi Paris’ten gelmişti. Fransa hükûmeti şartlı olarak kendisine yerleşme vizesi vermişti. Türkiye’den tamamiyle kendi isteğiyle ayrılan Troçki, şu sözlerle teşekkür ediyordu: “Ailemle beraber Türkiye Cumhuriyeti arazisinden ayrılırken bana gösterilen konukseverlikleri için gerek size gerek Cumhuriyet hükümetine teşekkürlerimi bildirir, bu konukseverliğin ileride de benden esirgenmeyeceğini ümit eder, en derin saygılarımın kabulünü rica ederim.” “Buraya geleli dört buçuk yıl oldu. Ayaklarım Büyükada topraklarına sanki kenetlenmiş gibi garip bir his var içimde”
Artık gitme vakti gelmişti. 17 Temmuz akşamı 18.00’de “Bulgaria” isimli vapur hareket ettiğinde Troçki’nin Türkiye macerası son bulmuştu…[28]
Araştırmalarım neticesinde hiç kuşku duymadığım bir husus var. O da Troçki’nin Büyükada’da geçirdiği yıllar sürgün hayatının en huzurlu, en yaratıcı ve en sakin geçen yılları oldu.
İstanbul Sonrası Hayatı
1933 yılında Fransa kapıları açılsa da birkaç ay sonra oradan sınır dışı edildi. Norveç’e gitti ve buradan da atıldı. Son olarak gittiği Meksika’da 20 Ağustos 1940’ta Stalin’in bir ajanı tarafından başına kazma ile vurularak öldürüldü.
Troçki Evi (Sivastopol Köşkü) Ne Halde?
Nizam Caddesi’nin Hamlacı Sokağındaki bu tarihî turistik mekan şu an metruk bir hâlde. Yapmış olduğum şahsi Büyükada gezilerimde bile Hamlacı Sokak’ta Rus turistlerle karşılaşmış ve sohbet etme fırsatı bulmuştum. Troçki Evi harabe haldeyken bile Rus turistlerin ilgi odağı olmuştu. Bu metruk köşkün restorasyonu için çeşitli yıllarda gazete haberleri okusam da çivi bile çakılmamış bir halde. Böyle tarihî bir yapının Büyükada’ya kazandırılmasının şart olduğunu düşünüyorum. Yakın zamanda Taş Mektep’in tadilatı bitmesinden Troçki Evi’nin de nasipleneceğini ümit ediyorum.
Dipnotlar:
[1] Troçki, Hayatım, Köz Yayınları, İstanbul, 1970, 650.
[2] Norman Davies, Avrupa Tarihi(B. Çığman, E. Topçugil, K. Emiroğlu, S. Kaya, Çev.), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2011, 25.
[4] Aralov, Semyon İvanoviç, Bir Sovyet Diplomatın Türkiye Anıları 1922-1923 (H. A. Ediz, Çev.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2007, 27-28.
[5] Önder Duman, Atatürk Döneminde Türkiye-Rusya İlişkileri, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu – Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı, Ankara, Elektronik Materyal.
[6] Dışişleri Bakanlığı Türk Diplomatik Arşivi, 571, 34477 – 135747 – 1
[7] Dışişleri Bakanlığı Türk Diplomatik Arşivi, 571, 34695 – 135204 – 4
[8] Ömer Sami Coşar, Troçki İstanbul’da, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010, 7.
[9] Ömer Sami Coşar, a.g.e., s. 10.
[10] Troçki, a.g.e., s. 652.
[11] Ömer Sami Coşar, a.g.e., s. 31.
[12] Troçki, a.g.e., s. 654.
[13] Ömer Sami Coşar, a.g.e., s. 15.
[14] Isaac Deutscher, Troçki: Kovulan Sosyalist, Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul, 1974, 12.
[15] Ömer Sami Coşar, a.g.e., s. 19.
[16] Ömer Sami Coşar, a.g.e., s. 36.
[17] Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, Hariciye Nezareti, İstanbul Murahhaslığı, 24-96
[18] Ömer Sami Coşar, a.g.e., s. 45-46.
[19] John Julius Norwich, Bizans 2: Yükseliş Dönemi, İmge Yayınevi, İstanbul, 2013, 281.
[20] Paul Le Blanc, Lev Troçki (N. Duru, Çev.), Runik Kitap, İstanbul, 2020, 64.
[21] The Living Age Dergisi Şubat 1930 Sayısı
[22] Ömer Sami Coşar, a.g.e., s. 60.
[23] Isaac Deutscher, a.g.e., s. 36.
[24] Ömer Sami Coşar, a.g.e.,. s. 67.
[25] Isaac Deutscher, a.g.e., s. 40.
[26] Isaac Deutscher, a.g.e., s. 34.
[27] Isaac Deutscher, a.g.e., s. 235.
[28] Ömer Sami Coşar, a.g.e., s. 163-164.
Arşiv Belgeleri ([6], [7] ve [17] Dipnotları)
[6]
[7]